Galatasaray Özelinde Türk Futbolu Üzerine - Spor Türk

Spor Türk

İyi oyun, iyi haber

Breaking

Galatasaray Özelinde Türk Futbolu Üzerine


Galatasaray Taraftarı ve Kitlesel Akıl Tutulması

aziz yıldırım ilk geldiğinde fenerbahçe bir gruplar cumhuriyetiydi. taaa şambaba semih'den, birol'dan gelen bir gelenekle her grup kongredeki oylarının rantını yer, tribünlerde adamları olan başka gruplarla koalisyon yapar hoca, topçu, başkan yuhalatır takımı devamlı diken üstünde tutarlardı. kaçın kurası ali şen bile bunlarla başa çıkamazdı. tribündeki çapulculara para verip topçu yuhalatan adam gibi adamla imparatora karşılık diğer grubun iki elebaşısını diyet olarak takımdan kovalayarak fenerbahçeye en büyük hizmetini yaptı.

aziz yıldırım gelir gelmez işadamı yöneticilerin en büyük yanılgısına düştü. paranın iyi niyeti ve dürüstlüğü de bir hizmet olarak alabileceğini sandı. oysa gelenek belliydi önce boğazlık bir gariban başkan olmak için havaya sokulur kongre oyları satılır, mümkünse gruplardan yönetime adamlar sokulur, biletler alınır, topçu transferlerinden cukkalar iner, keriz yerine konan gariban başkan uyanıpda mızmızlanmaya başladı mı tribünler yuhalamaya bazı topçular oynamamaya başlardı. sonra olağan üstü kongreler yapılır başkan değişir aynı film yeniden dönerdi. hasan özaydınlı, metin aşık gibi adamların hem çok hakkı hem de çok parası geçmiştir bazılarına.




aziz yıldırım da bu tezgahlardan geçmiştir. işleri gazetecilerle, gruplarla "iyi geçinerek" yürütmeye çalıştı uzun süre başkanlığı ve bu süre zarfında tarihe en çok g.saray şampiyonluğu gören başkan olarak geçti ama tamtamlar çalmaya başladığında ise kendilerinden öncekilerin başaramadığı bazı manevralarla koltukta kalmayı başardı. baliç ve j.j. okocha'nın alınıp çok büyük kârlarla satılması, stadın yapımı, tesisleşme gibi konular da diğer manevralar kadar etkili oldu. bu dönemde menfaatsiz hasta anasına su vermeyecek adamlar hep olumlu yazdılar, olumlu konuştular aziz yıldırım hakında.

başkanlık koltuğuna tutunan yıldırım bir süre sonra önce taraftar gruplarının "arızalı" olanlarını temizlemeye başladı. kurunun yanında yaş da yandı. çakallar büyük yüzdeyi oluşturuyordu, ancak semt aşığı, renk aşığı bazı oluşumlar da kulüpten dışlandı ve taraftar profili büyük bir kabuk değişimine gitti. 30 yıl öncesinde de her 3 - 4 kişiden biri sorulduğunda fenerliyim diyordu türkiye'de ama tribünlerde fenerbahçe kadıköy takımı idi fakat artık değil. hatırı sayılır miktarda alparslan eratlı ya da cemil turan kim bilmeyen, sorsanız sivaslı'yım, malatyalıyım diyen insanın kombinesi var. her maça şehir dışından gelen sayıları binlerle ölçülen ve bu maç izlemeyi bir nevi hacı olmak sayan dışarlıklı taraftarı saymıyorum bile. 80'li yıllarda derbiler öncesi maçka parkında sabahlayıp döner bıçakları, zincirler hatta tabancalar ile rakip taraftara dalan fenerli profili de yok artık. taraftardan müşteriye dönüştürüldü fenerbahçeliler ve bu süreçte çoğu orijinal kadıköylü televizyon başında seyreder oldu maçları. çünkü artık biletler de 30 yıl öncesine göre 15-20-50-100 misli pahalıydı. 150 liralık forması olmayana taraftar gözüyle bakılmıyordu.

sonra sıra gazeteci ve bazı yöneticilere geldi fener'de, yıldırım onları da arkasına aldığı rüzgarla halletti. sorarsanız 30 yıl öncesine göre daha zengin, daha kurumsal, daha başarılı bir fenerbahçe var ama bu fenerbahçe, hababam sınıfının okuldan kaçıp da seyrettiği fenerbahçe değil artık, çok başka bir kulüp.




süleyman seba başkanlık yarışına girdiğinde beşiktaş'da semt esnafının ve bazı eski semt ailelerinden gelen insanların da olduğu bir yönetimle kapıştı kongrede. açıkçası iş kongre üyelerine kalsaydı zor seçilirdi. alaattin çakıcı ve çok hatırlı bir ağabey'in destekleri ve gayretleri ile o gün bir çok kişi kongreye sokulmadı ve oyunu kullanamadı. istanbul kulüpleri semtlerinden bu kadar kopmamıştı o yıllarda. kurucu babalar değilse de onların çocukları sağdı ve kulüplerle organik bağlarını sürdürüyorlardı. işbu sebebepten süleyman seba beşiktaş kaptanı olarak çok sevilse de bazı gözlerde beşiktaşlı değildi. (semt çocuğu olarak).




düşme noktalarına kadar gelen beşiktaş'ı başkanların yazıhanelerinden çekip çevrilen bir takımdan, tesis zengini bir kulüp haline taşıdı. süleyman seba ayrıca futbolun sahada oynandığına inanan son yöneticilerden biriydi. beşiktaş'ın tesisleşmesi biraz devlet yardımı ile ve çokça da tutumluluk ile oldu. gordon milne aşısının tutması, öncesinde dorde miliç'in olağan üstü hocalık performansı ve asıl branko stankovic'in ekol anlayışı seba başkanı koltukta tutabildi. fakat seba başkanın elden ayaktan düşmeye başladığı ve naklen yayın gelirlerinin, havuzun getirdiği rantların iştah kabarttığı zamanlar geldi çattı. tribünler bu güzel abi'yi ahmet dursun'a değiştiler.




gitti ama giderken arkasında kulübün bekasını ve kurumsallaşmasını hedeflemiş serdar bilgili'yi bıraktı . serdar bilgili dönemi çok iyi başladı. kulüp zenginleşmeye, kurumsallaşmaya ve markalaşmaya başladı. ancak ne olduysa yüzüncü yıl sonrası kaybedilen şampiyonlukta asıl mağdur serdar bilgili iken bütün silahlar ona doğrultuldu, o da gururlu bir adamdı kendinden önceki başkanı gibi ve lanet edip bıraktı.


demirören'in öyküsü herkesin malumu onun da ilk yılları aynen aziz yıldırım'ın ilk yılları gibidir. transferde, sahada, pr çalışmalarında bazı işleri bazı olmayacak adamların eline bırakmanın acısını çekti hep. 40 tane mavi boncuk dağıtarak aldığı başkanlığının taksitlerini öde öde bitiremedi bir türlü. perde önünde transferlerin ihalesinin bazı adamlara kalmasından, perde arkasında beşiktaş antreman sahasının reklam panoları yüzünden birilerinin birbirlerini kurşunlamasına dek bazı görünen görünmeyen arızaları henüz çözemedi, çözmeye niyeti var mı o da meçhul. bu süreçte beşiktaş taraftarı da semtten kopmaya başladı. ancak bu fenerbahçe'nin aksine yönetimden çok çarşı grubu diye başlayan organizasyonun bir kitle hareketi haline gelmesiyle oldu. hatta çarşı öyle bir hale geldi ki manevi kimliği beşiktaş taraftarlığının bile önünde artık. demirören'in o da son 2 yıldır en iyi başardığı iş transfer ama bunun faturası da kulübün giderek borç batağına batması ve demirören şirketler grubunun bir parçası olmaya başlamasıdır. gerçi yeni taraftar profili sahada aldığı sonuca endeksli, kulüple gönül bağı dışında organik ve tarihsel bağları olmayan bir kitleden oluştuğundan iyi bir stad, 3-5 yıldız, 1-2 şampiyonluk bu yeni taraftara yeter de artar bile.


gelelim galatasaray'a ; son 25 yılda 2 büyük haksızlık olmuştur galatasaray'da ilki, sıra takımı haline gelmiş galatasaray'ı kadro açısından o zamanın yerli real madrid'i haline getiren (üstelik bunu 1 sezonda başarmıştı) prof. dr. ali uras'ın kurduğu takımın bütün meyvelerini ali tanrıyar'ın yemesi, diğeri uefa şampiyonu takıma giden yolun açıcısı ve o sistemi kuran alp yalman'ın hakkı olan başarının faruk süren tarafından sahiplenilmesi. galatasaray'ın başına geçinceye kadar kulüp çalıştırıcılığı kariyeri berbat olan fatih terim'i başa getirme kararı, çok zor zamanlarda onu bırakmaması ve hagi transferi alp yalman'ın artık hatırlanmayan başarılarıdır. üstelik bu başarılı kadroyu ve üstüste gelen şampiyonlukları kulübü batağa sokmadan yaratabilmiştir.


ancak yalman'ın ardından gelen faruk süren dönemi sahadaki unutulmaz başarıya rağmen galatasaray'ın mali açıdan çöküş dönemi oldu. takımdan giden hagi'nin birikmiş prim alacağı olan ve çok büyük rakam olan 2 milyon doları bağışladığını bugün pek az kişi hatırlar. okan ve emre'nin gidiş şekli, faruk süren'in o süreçte sarfettiği "bunları kimse almaz o paralara blöf yapıyorlar" lafı da pek hatırlanmaz. gelen çılgın başarı sonucu akan korkunç miktarda gelir buhar olup uçtu bu süreçte. sadece devletin tanıtma fonundan aktardığı rakam 26 milyon dolardı ve o zamanki 4 yıllık naklen yayın gelirinden fazlaydı. süren ve ardından gelen cansun dönemi denizlispor'dan bülent'in 9 milyon dolar bonservisle alındığı ( o sene ronaldo barça'dan inter'e 10 milyon dolara geçtiydi düşünün) samsunsporlu'serkan'ın 5 milyon dolarlık bonservisinin tuhaf şekilde 8,5 milyon dolar olabildiği yıllar olarak akılda kaldı.

kamera reklamın sahibi mehmet cansun'un cine5'in reklam pazarlamasını tuhaf bir şekilde ihalesiz olarak alması, daha sonra kurulan teleon'un da reklam pazarlamasının cansun'a verilişi sonrasında ne olduysa yayıncı kuruluşun sahibi lan cem uzan'ın mehmet cansun ile bozuşup evine haciz göndermesi falan da hep unutuldu. ama sanırım unutulmayan bir şey varsa o da fatih altaylı'nın dürüstlük iddiasına vurgu yapılarak;" bu yönetimde ne işin var?" sorusuna verdiği "ben göz kulak olmaya çalışıyorum burda olmasam daha neler olurdu" cevabıdır. zaten cansun'da çok tutunamadı. hediye jardel'i 2 kuruşa güya satıp karşılığında takas edilen o zamanın önemli futbolcuları spear, horvath ve m'penza'yı hiç oynattırmaması, sonra güya serbest bırakması gibi işler de eklenince camianın ileri gelenleri bir önceki seçimde alp yalman'ı ezdirdikleri cansun'u derdest edip yerine "el emin" özhan canaydın'ı getirdiler.



canaydın göreve geldiğinde mali tabloyu ve usulsüzlükleri görünce sağlığı daha da bozuldu. hıncal uluç'un her çıktığı programda "mali kongrede ibra edildiği zaman bir yönetim hesap sormak imkansızlaşıyor. galatasaray'da da ibra bir gelenektir diye indir kolu kaldır kolu hooop herşey aklanıyor ... bu böyle olmaz!" dediği zamanlardır. özhan başkan ali sami yen'in kullanım hakkı'nın 2013 yılındaki kira anlaşmasının bitiminden bile önce gidebileceğinden yakınıyordu bir yandan. öte taraftan yönetim içinde bir grup cv'sinde galatasaray'da kazanılmış bir süper kupa, bir şampiyonluk, bir ikincilik ve şampiyonlar ligi başarıları olan, üstelik elindeki kadro tamamen dağlmış lucescu'yu kovdurup yerine fatih terim'i getirdiler.

özhan canaydın kamuoyunda bilinenin aksine terim'in gelmesi konusunda gönülsüzdü. zaten korktuğu da başına geldi. medyanın göz bebeği, türkiye'deki en güçlü adamlardan mehmet ağar'ın can dostu imparator, kontrol edilemez egosuyla özhan canaydın'a boyun eğecek adam değildi. canaydın'ın titizlikle uymaya çalıştığı maddi disiplin bir anda çöktü. kulüp artık dolu dizgin felakete sürükleniyordu. florya'ya haciz için gelen avukatlar sıra bekliyordu. bu arada sayısız adı duyulmadık adam getiriliyor bunlara avuç dolusu etmeyecek paralar sayılıyordu. meşhur ali lukunku bir önceki mukavelesinin 6 katı yıllık ücrete imza atıyor üzerine bir de uçuk bir bonservis ödeniyordu.


iş öyle bir hale geldi ki galatasaray uluslararası tefecilerden kulüp hisseleri karşılığında borç alır hale geldi. terim gitmek zorunda kaldıktan sonra yerine gelen hagi ve sonrasında gerets'e hiç bir yatırım yapılmaması kulübün artık personel maaaşlarını dahi ödeyemediği bu dönem yüzündendir. artık galatasaray uefa'ya yatacak 1-2 milyon dolar için yardım kampanyası açmak zorundaydı.

adnan polat bu dönemde devreye girip özhan canaydın'ın acılarına son verdi. şartlar o kadar olağanüstüydü ki değişmez ve görünmez bir yasa olan liseli başkan, liseli olmayan asbaşkan geleneği bile yıkıldı. polat dönemini herkes gördü tekrar anlatmanın gereği yok... anca bu satırların yazarının da hakkında çok şüpheler barıdırdığı adnan sezgin, bu zamanın icadı değildi. çook senlerdir camianın içinde, yönetimlerde görev almış ve zamanında bazı asbaşkan ve yöneticilerin arkasını toplasın diye göreve getirilmiş bir adamdı. diğerlerinin ne haltlar yediğini siz hesaplayın.



hiçbir zaman bir semt takımı olmayan galatasary'ın taraftar dönüşüm süreci ise 80'li yıllarda başlamıştı. zaten bulunduğu semtten pek fazla güç almayan, başka deyişle semt takımı olmayan galatasaray derwall-denizli döneminde hem istanbulda hem de türkiye'de taraftar sayısını çok arttırdı. özellikle doğu ve güneydoğu anadolu'da kitlelerin takımı haline geldi. bunun sebeplerinden biri istanbul'a göçün bu yörelerden daha yoğun olması ve galatasaray'ın o yıllarda avrupa'da yaşadığı alışılmadık başarıların yoksul ve istanbul'un sosyal yaşamında kendilerine yer bulamayacak bu insanlara bir kimlik verebilmesiydi. dolayısı ile bu kitle ekonomik gücü sınırlı, stada gitmekten imtina eden, kahvede, ucuz birahanelerde maç seyretmeyi seven ve store ürünlerinin tüketiminde çok gönülsüz bir kitle oldu.


ama aynen fenerbahçe'nin yeni jenerasyon müşteri taraftarı gibi hep başarı ve spektaküler transferler talep ediyordu. ancak başarılarını hep alt yapıdan gelen gençlere ve/veya çok genç yaşta transfer edilmiş oyunculara borçlu olan galatasaray taraftarı hagi'nin başarılarının da etkisi ile bir algı tutulması yaşıyordu. real madrid gibi transferler bekleyen bu kitle yönetimleri hep baskı altında tutmaya çalıştı. yönetimler de basından da bazı adamların yardımı ile bir taktik geliştirdi. her sene sezon başında uçuk isimler zikredilir oldu. o geldi, bu sözleşme imzaladı, bunun karısı razı olmadı diye kitleler aylarca uyutuldu sonrasında ise sezonun ilk maçına 15 gün kala ya emekliliği gelmiş ya da adını menejeri dışında kimse duymamış bazı adamlar getirilip, basındaki maşalara cilalatıldı.


son 10 yılın galatasaray transferlerinin haldun üstünel periyodu dışındaki özeti budur. çok tuhaf mukaveleler yapıldı, olmayacak adamlara (sözümona) olmayacak paralar ödendi. bonservisi elinde olan adam ne kadar kaliteli olursa olsun zinhar! alınmadı. bazı dünyaca ünlü ve bağkur emeklisi yaşında olmayan adamlar galatasaray kapısından döndürüldü. bazı menejerlerin avrupa basınında yüz kızartıcı sözleri yayınlandı ama ufku fotomac ve serhat ulueren ile sınırlı yığınların bunlardan hiç haberi olmadı. birileri tuhaf şekilde zenginleşirken, galatasaray'ın 325 milyon doları buhar oldu.

şimdi aynı galatasaray taraftarı gene tuhaf bir transfer sezonu yaşıyor. olan bitenlerin garipliği karşısında kulübünü ve işleyişini sorgulayacağı yerde bazı şüpheli işler üzerinden taraftarlık duruşu ve siyaset yaratma çabasındalar. bu kulüp bir daha batarsa bu sefer devlet baba da kurtaramaz ve hala batağa saplanmış durumda. ünal aysal kulübü cebindeki para ile kurtaracak bir adam değil. bu adam aig'den galatasaray adına alınan hisseleri bile galatasaray'a iade ederken 7,5 milyon faizini çatır çatır aldı. zaten artık ödemek istese de ödemesine imkan yok uefa bu konuda çok kararlı başkanların veya bir başkasının kesesinden kulüplere para aktarılmayacak. mahmut özgener'in biraz da bu beladan kaçıp gittiğini sağır sultan bile biliyor. beşiktaş ve galatasaray bu konuda çok sorunlu çünkü. bu da önümüzdeki 2 yılın meselesi olmaya aday. işin ucunda küme düşürülmek dahi var ama türkiye'de hangi federasyonun gücü buna yeter bilinmez.


kapıyı çalan felakete rağmen galatasaray taraftarının bu konuda hala bir fikri, duruşu ya da eleştirisi yok daha da kötüsü bu takımın imkanlarından ve son 1o yıldır aynı tiyatronun sahnelendiğinden da haberi yok. çoluk çocuk sadece kazanan olmak için takım tutan güruhu anlıyorum aslında bilgileri, algıları, taraftarlığa yükledikleri anlamlar, çapları belli. ancak yaşını aşını almış bu işleri takip eden adamlar da bir körlük yaşıyor ve yeni yetmeler gibi etrafa sataşıyorlar. işte bunu anlamak zor.